METAFİZİK VARLIKLAR YÖNETİM SİSTEMİ
MUHİDDİN-İ ARABİ ''Herkes kendi RABB'ine dua eder, daha yükseğine dua edemez....'' der. Burada, Muhiddin-i Arabi'nin çok tanrıcılığı ifade ettiğini hiç bir zaman söyleyemeyiz. YARADAN bir tanedir, fakat Rab (mürebbi, yetiştirici, öğretici), Yaradan anlamında değildir. O halde, bu kelime orijinden hareket edersek, gerçekten de hem Batı, hem de Doğu Tasavvufunda aynı anlama gelmektedir. Tevrat'ta da, İncil'de de aynı sözler savunulmaktadır.
Rab, Yaradan değildir. RAB, ilahi basamak düzeni, hiyerarşi içerisinde mevcut olan, insanları görüp gözetmekle görevli, bütün canlıların gelişmesinde vazifeli olan bir METAFİZİK VARLIKLAR yönetimidir.
(Ergün Arıkdal Gizli Öğreticilik/Sayfa: 72)
RUHSAL İDARECİ PLANLAR
Yaradılış konusunu ele alırken bilgisi sadece Kadir-i Mutlak Allah’a ait olan yoktan varetmeden yani ilk yaradılıştan söz edemeyiz. Yoktan varediliş hakkında hiç kimsenin bir bilgisi yoktur. Ancak dünyamızdan ve dünyamızın yaradılışından bizlere verilen tebliğlere uygun olarak söz etmek mümkündür.
Dünyamız ve dünyamızın bağlı olduğu sistem, defalarca varlıklara tekamül sahnesi olarak hizmet vermesi bakımından birçok yaradılış görmüştür. Yani tekamül vasatı olarak kullanılırken büyük bir siklusun son bulmasında dünyanın şekli ve varlıkları değişir. Adeta, jeolojik olarak yeni bir kuruluş meydana gelir.
İşte bizim Uyanış Zamanı olduğu için asıl anlatmak ve sizlerle paylaşmak istediğimiz konu, bu yeni kuruluşla beraber meydana gelen Ruhsal İdareci Planlardır. Kainatlarda yeniden bozulup, yeniden yapılmalar esastır. Her bozulup yapılan, ruhsal varlığın sonsuz derecedeki ihtiyaçlarını ve sonsuz derecedeki tekamül şuurunu besleyebilmek için yine sonsuz derecede değişiklikler gösterir. Şüphesiz bir kürenin oluşumu veya bir kürenin ayrışması; bir kanun dahilinde kainatsal bir olaydır. Bunun ruhsal idarecileri, ruhsal planlayıcıları vardır.
Bir kürenin oluşumunda ve gerekse bozulmasında daima, onun her türlü işini üzerine almış olan yüksek idareci bir ruhsal plan da vardır. Örneğin bir canlılık meydana geliyorsa, bu canlılığı meydana getiren o kürenin İdareci Planı’dır. Oradaki yaradılış, şüphesiz yoktan var ediliş değildir. Bizler, yoktan var edilişin ne olduğunu ebediyen bilemeyiz!
İlk yaradılış sadece Kadir-i Mutlak’ın bilgi ve tasarrufunda olan bir olaydır. Ruhsal İdareci Planlar O’nun izni keremiyle ancak, mevcut olan materyalin kompozisyonunu yapıp, yeni deneyim alanları meydana getirebilir. Bu, yaratılmış olan varlığın bir fonksiyonudur. Fakat yoktan varlığın oluşturulması, sadece Kadir-i Mutlak’a özgü, açıklanması mümkün olmayan, anlaşılması da şuur dışı olan bir kavramdır.Bize kutsal metinlerimizde söz edilmiş olan yaradılış olayları, kutsal metni tebliğ eden ruhsal planın izni ile verilmiştir. Şunu belirtmekte fayda vardır. Bütün kutsal metin nakilleri, daha üst bir planın bilgi ve direktifidir. Hiç bir şekilde Kadir-i Mutlak’la ilgili bir bilgi değildir.
(Sadıklar Planı Celse 143)
Daima müsamahalı olmaya çalışın. Bilgiye, vicdana çok ehemmiyet verin.
Ve sadece Allah’a biat edin. Allah’tan gayri mevcut olmuş olan bütün varlıklar rölatif ve kusurlu varlıklardır.
Kusurlu olan hiç bir varlığa biat edilmez.
Kusurlu olan hiç bir varlığa “sen baştacısın” denilmez.
Kusurlu olan hiç bir varlığa payeverilmez. Ulûhiyet isnat edilemez.
Yalnız Kaadir-i Mutlak olan Allah,bütün payelerin, bütün yüksekliklerin, bütün sonsuzlukların tek, yegâne sahibidir.
Ve O’dur.
DÜNYADAKİ İLK OLUŞUM
Beşer varlığının Dünyada bulunuşuna imkan veren şartlar oluştuktan sonra, bir bedenin meydana getirilmesi zorunlu olmuştu. Bedenin oluşması için gerekli tüm malzeme kuşkusuz sadece yeryüzünde yoktu. Dünya insanı, yani beşerin ilk örnekleri, ilk tipleri yeryüzünde meydana gelmemiştir. Beşer varlığının ilk modeli, yani bizlerin şu andaki fizik ve psişik yapımızı oluşturan her türlü elemanlarımızın bileşkesi olan insan, daha doğrusu beşer yeryüzünde önce yoktu.
Bunun ilk varoluşu dünya dışı bir varlık olarak başlamıştır. Yani dünyada beşeri yapıyı yaratmak için ilahi düzende hak ve yetki sahibi olarak vazife almış olan Mekanizma; bir insan tipinin meydana gelmesi için gerekli güce sahip olarak, birtakım kuvvetleri harekete geçirmiştir. Böylece, kainatta bulunan serbest enerjinin kullanılmasıyla, insan tipinin meydana getirdiği fizik kimlik oluşturulmuştur. Fiziksel kimliğin oluşturulmasında geçerli olan süreç, yeryüzünde bulunan maddesel araçların birleştirmesi şeklinde gerçekleşmiştir, yani yüksek bir organizmanın oluşmasına yararlı olacak, yüksek kalitede ve liyakatte bulunan madde seçilmiştir. Bu yüzden beşer insanının tekamül yoluyla, beşer olmayan insanın tekamül yolu arasında epeyce fark vardır. Beşer insanının, yani yeryüzü insanının başka bir gezegendeki insandan farklı pek çok tarafları vardır. Onun bu farkı öncelikle kendi öz yapısında, maddesel öz yapısında bulunan özelliklerdir. Çünkü onun devşirildiği, toplandığı ortam, galaktik bir kimliğe sahip değildir. Yani, bütün sistemler için geçerli olabilecek bir kudrette değildir. Dünya için geçerli olan bir kudrete sahiptir.Beşerin kainatla olan ilişkisi, önce maddesel yönden olmak üzere, dünya şartları, dünya frekansı, dünya titreşimi, kısaca dünyanın maddesel topluluğunun tüm niteliklerine bağlı olarak meydana gelir.Ruhen ise kainata aittir.Üçüncü boyut realitesinin dışına çıkmış bir varlık için, üçüncü boyut realitesinde bulunan maddeye ait atomik karakterler geçerli değildir. Sonsuz bir madde seyreltikliği(inceliği-süptilliği) bulunmaktadır. Bu nedenle, bizim üç boyutlu madde evrenimizde birim olarak ele alabileceğiniz atomik yapı; astral alemin, bir spatyom aleminin birim olarak ele alınacak atomik yapısından çok farklıdır. Kuşkusuz bu fark, şimdiki durumda titreşimsel olarak gözükmektedir, yani onlar üçüncü boyutta bulunan atomik özellikler gibi değil, beş duyumuzun ve öteki duyularınızın da dışında bir özelliğe sahiptirler.
KAİNAT ENERJİLERİ
Bizim bildiğimiz bütün var olan şeyler Kainat Enerjisi’nden meydana gelmiştir. Bu Kainat Enerjisi ya da Kozmik Enerji sonsuz derecededir ve hünere sahiptir. Yaratıcı Kudretle Kainat Enerjisi’nin temas noktasını bilmiyoruz, fakat bir temas noktası olduğunu biliyoruz. Bu temas noktası nasıl, ne şekilde, ne durumda meydana geliyor bilmiyoruz! Temas noktası var olduğuna göre, sonsuz hünere sahip bu Kainat Enerjisi, bu serbest enerji, en ağır en kaba kütleden, en akışkan en seyreltik kütleye kadar,tüm varlıkların ve eşyanın meydana gelmesine sebep olmuştur. İlahilik öyle özel bir kudrettir ki, yaratılmış olan bu özel kudretin her zaman yönetimi altında varlığını sürdürür, bütünlüğünü korur. Hiçbir varoluş, İlahi Enerji’nin bağlantısı olmadan varolamaz. Bu nedenle ruhsal alemin ve yönetici ruhsal kadroların kudret anlayışı ile bizim kudret anlayışımız farklıdır. Biz fiziki gözlemlerimizle hareket ederek, bir enerji anlayışına sahibiz.
Ruhsal Yönetim Planları ise hem fiziksel, hem ruhsal gözlemlerine göre bir enerji anlayışına sahipler. Önce İlahi Enerjinin (Kainat Enerjisi- Kozmik Enerji) var olduğu bilinmelidir. Bu Kainat'ın Ruhu demektir ve ancak ondan, bu Kainat Ruhu’ndan, Kainat Nur’undan bizim gözlemlediğiniz duyular alemi oluşmuştur.
KAİNAT IŞIĞI
Kainat Işığı ve varlık kainatı deyimleri birbirinin tamamlayıcısıdır. Aslında öteden beri İlahi Nur ve Işık olarak bilinen şey, Kadir-i Mutlak’ın Enerjisidir ve ancak varlık şeklinde ortaya çıktıktan sonra ona Kainat Işığı adı verilmiştir.
Bir tekamül ortamı içinde varlıkların tekamülleriyle ilgili bir öğrenim süreci ve bu öğrenimin de öğretmenleri vardır. Ruhi sisteme göre öğretmenin atanması sadece maddi bir yapı içinde değil, önce ruhi bir yapı içinde de gerçekleşir. Kainat Enerjisini insanlığın hayrına kullanmak üzere kendinde toplayabilecek, paratoner görevi yapabilecek bir varlık, bu göreve bir veya birkaç yaşamında hazırlanmaz. Onun, karmik sistemine uygun bir geçmişi vardır, varlık bu karmik sisteminin kendine sağladığı büyük güçleri ve bunların üstündeki büyük liyakati kullanabileceğini önce kendine, sonra varlıklar alemine gösterir. Bu gösterme elbette idareciler tarafından incelenir ve benimsenir.
İşte tüm peygamberler böyle peygamber olmuşlardır, yani peygamber olarak varlıklara kainat bilgisini ulaştıracak kimse, bu görevini yerine getirmeden birkaç yaşam evvel “Yüksek Ruhi Mekanizma”ya görevin talibi olduğuna dair beyanda bulunur.
Gün, Rahim ve Rahman olan Mutlak'ın belirlemiş olduğu Saffet Günü'dür. Bu Saffet gününde, her varlık, içini dışı gibi, kendini başkası gibi bilir...
(Sadıklar Planı Celse 37)
KAİNATLAR SONSUZDUR
İlahi Nizam ve Kainat diyor ki: Kainat birtane değildir. Kainatlar sonsuzdur. Ve kainatların sonsuzluğu mutlak erişilmezliğin bir zorunluluğudur. Bu sonsuz kainatların hiçbirisi diğerinin niteliğini taşımaz. Ve her kainatın karakteri o kainatın anası olan asal cevheri ile belirir. Bizim kainatımızın asal ya da aslî cevheri, mutlak hareketsizlik ve amorf olan madde hâlidir. Aktif ve tekâmül ihtiyacı olan ruh, pasif kainatlar için bir amaçtır. Yani ruhlar, yansımalarını kainat cevherleri üzerinde göre göre ihtiyaçlarını giderirler. Öyleyse kainatlar, ruhların tekâmül dediğimiz ihtiyaçlarına cevap veren alanlardır.
Sembolik olarak bunu şöyle ifade ederiz: Kainatlar, ruhların uygulamalarına yarayan ve o uygulamaların sonuçlarını tekrar ruhlara yansıtan, kendi cevherlerine özgü birer ortamdır. Ne kainatlar var olmazsa ruhların bilemediğimiz kendilerine özgü yüksek ihtiyaçları giderilebilir ne de ruhlar olmazsa kainatların varlık nedeni ortada kalır. Bunlar birbirleri ile daima baş başa yürürler. O kadar ki ikisinin arasında kesin ve sonsuz bir erişilmezliğin varlığına rağmen, bunlar sanki birbiri ile sımsıkı kucaklaşmış ve birbirinin içine girmiş gibidirler. Burada akıllara şu soru gelir: Mademki ruhlarla kainatlar arasında bu kadar kesin bir erişilmezlik vardır, nasıl oluyor da birbirinin içindeymiş gibi ruhlar kainatların bütün olanaklarından -zerresine varıncaya kadar- yararlanabiliyorlar ve ruhlarla kainatlar birbiriyle kucaklaşabiliyorlar?
Burada büyük bir hakikati dünyaya bildirmenin gereği ve zorunluluğu vardır. Bu hakikat şudur: Hem sonsuz bir sıra takip ederek düzenlenmiş çeşitli ve her birinin niteliği başka cevherlerden oluşmuş, birbirinden daha kapsamlı ve sonsuz çeşitlemeleri içinde bulunduran kainatlar vardır, hem de bu sonsuz kainatlarda tekamül edecek ruhlar vardır. Bunların niteliklerini biz ne biliriz ne de onlar hakkında en küçük bir sezgiye sahip olabiliriz. Çünkü bu büyük hakikat sonsuz ruhlar âleminin ve sonsuz kainat cevherleri zincirinin üstünde, mutlak bir erişilmezlikle onlardan ayrılmaktadır.
Aslî prensip dediğimiz bu hakikatin açıklamasına dair bir tek fikir ileri sürmeye, bir tek söz söylemeye gücümüz yetmez. Çünkü buna olanak verecek hiçbir güç, hiçbir meleke, hiçbir idrak ya da sezgi madde kainatımızda yoktur ve olamaz. Yalnız erişilmezliğin erişilmezliği olan bu büyük hakikati, sembolik bir isimle aslî prensip diye anacağız.
Kainatlar içinde, kainatlar üstünde ve ruhlar arasında bulunan her hakikat aslî prensibin egemenliği ve düzeni altındadır. Kainatımızdaki bütün oluşlar, akışlar, her şey ancak onun icaplarıyla gerçekleşebilir. Bu konudaki bütün ilahi kavramları insanların idrak derecelerine ve özellikle sezgi yeteneklerine bırakıyoruz.
(İlâhî Nizam ve Kâinat, S: 18-19-209)
ERGÜN ARIKDAL/Ruhsallık Üzerine Denemeler / Sayfa: 58 de diyor ki:
Bütün dinlerin müteal amacı, insanın Rabb'ine, ''toprağa bağlı nefsaniyetinden arınarak'' kavuşmasını sağlamaktır...
İnsanların Rabb'i, onların görüp gözeticisi, yetiştirip terbiye edicisidir...Kadir-i Mutlak Yaradan süphandır... Bilinmeyen, ulaşılamayan, münezzeh olandır. ...
Ruh Alem'inin nice devirler görmüş geçirmiş mürşitleri kalplere hep bunu ilham ettiler..
Ruhçuluk, her tekamül yolunun sonda elde ettiğini, başta elde eden bir ''uyandırma'' yoludur;
''Küçük daire, büyük daireden büyüktür.'' Bu yüzden ruhçuluğun işi büyüktür, zordur, çaba ister, feda-ı nefis ister, sabır ve metanet ister.. Ateş ve kan yoludur. Bencilliğin iplerinden kurtulmak cehdi, insanın cehennemi, terki ise, yüreğinin kan ağlaması gibidir.
Hürriyete, toprağın bağlarından kurtulmak ile kavuşulur....
Bunun da anahtarı kendini bilmektir..
Bilmek ise, uyanmakla olur... Uykuda, ya da uyuklamaktaki bilginin ve bilmenin, rüyadaki hayattan farkı yoktur, faydası yoktur.
Bilginin faydası, bilene bağlıdır.. Bilenin haline göre bilginin kudreti vardır.
Muktedir olmayan bilgiyi taşımanın taş taşımaktan ne farkı vardır...
Kaynaklar:
Sadıklar Planı Celse 37-121-128-143-148)
İlahi Nizam ve Kainat S: 18-19-20
Ruhsallık Üzerine Denemeler S:58
Ruhsal ve Bilimsel Araştırmalar / Çarşamba Söyleşilerinden…
Ruhsal ve Bilimsel Araştırmalar Merkezi
Fulya AYKAÇ / Yönetici