25 Mayıs 2020 Pazartesi

NEDEN BU HALDEYİZ ?


İnsan kozmik ilkelere sırt çevirmiştir. Yani müteal aslından, kozmik insan idealinden uzak bir konumda bulunmaktadır. Bu devrenin sonuna kadar en uzak konuma, zirveye ulaşacağa benzer. Bu, ruhtan, ruhsallıktan, ilahi olandan, muhtemelen Tanrı'dan uzaklık dönemidir. Bu, insanlığın merkezini kaybetmesi, animalitenin her yönden artması demektir. Kendi realitemizde ölüler gibiyiz.

Çevresel yaratıklar haline geldik ve kendi tekamülümüz için kendi irademizle hareket edemez olduk. Yeniden merkezi bir alemde olmak için, merkezi bir şuurla işbirliği yapmak zorundayız. Bu merkezi şuur, dinlerin getirdiği bilgiye göre Tanrı'dır. Ama tamamen yatay bir gelişim evreninde Tanrı'nın ne işlevi olabilir ki? Tanrıya içten, yürekten, ruhtan inancı imkansız hale getiren sahte dinlerin öncüsü, modern uygarlığın kurucusu maddeci bilimsellik değil midir? Böylece müteal olana ulaşmak imkansız hale getirilmiştir. Dinlerin de kendilerine düşen fonksiyonu yerine getirmeleri yatay bir hareket içinde olmaktadır yani maddeleşmişlerdir. Sistemli bir bozulma ve tahrip süreci içerisinde, bir antitez olan modern uygarlığın dişlileri arasında akibetlerine doğru ilerlemektedirler. İnsan, ilkelerden uzaklaşmak biçimindeki tabi eğilimlerine karşı koymaya çalışmak yerine, bunları müsamaha ile karşılar bir hale gelmiştir.


Manevi bereketin maddi refaha dönüştüğü bu dönemde, bozulma süreci fazlasıyla hızlanmış olan modern uygarlığın, manevi olarak da etkin olması için çok kapsamlı bir değişikliğe, bir bilgi sistemine ihtiyaç vardır. Günümüzdeki mahvedici özgürlük (şuursuz demokrasi) aşağıya doğru inişi nasıl da hızlandırdı! 

Uygar olmak yolunda aşağı doğru giden yol seçilmiş ve bu durum insanlığın manevi bunalımlarla şiddetle sınanması yolunu açarak beşeri ıstırabın kaynağını oluşturmuştur. 

Mutlak duygusunun yerini mutluluk duygusu almıştır. Duyumsuzluk ve karmaşa, çağın belirgin niteliği olmuştur. İnsan aklına yöneltilen gerçekler insanı aksiyona sevk etmiyorsa, insan hızla maneviyattan uzaklaşır. Düşünce özgürlüğünü yok eden özgürlük istismar edilmektedir. Himayecilik, vicdan hürriyetini ve uygulamasını kararsız bir hale getirmektedir. Böylece sonuçta takva, duygusal bir hale dönüşmüş, sadece "fikri" bir konu haline gelmiş, ruhsallığı yitip gitmiştir. Emsalsiz bir huzursuzluk modern uygarlığın sermayesi olmuştur. İfade etmeye çalıştığım bu durum bize, "son'un (kıyamın) çok uzak olmadığını kabullenmemiz gerektiğini göstermektedir.

Birçok kehanet, sondan önce dünya çapında bir tahribatın gerçekleşeceğini, dünya tamamen son bulmasa da kıyamet benzeri sahneler yaşanacağını bildirmektedir. İlahi müdahalenin sebepleri bellidir. Hem insan hem de dünya evrensel haklara sahiptir; her ikisinin de aşırı entropiden korunma hakkı vardır. Özellikle insanlığın, öz işlevini yitiren insanların tahribinden korunma hakkı vardır. Çürüklerin sağlamları çürütmelerine bir hadde kadar izin verilmiştir.
Büyük son, dünyanın ruhani çehresini değiştirip çirkinleştiren bütün isyanları ortadan kaldıracak olan normalleştirici bir eylemdir. Bu, bir çeşit arınma günüdür, insanoğlunun kendine yeniden çeki düzen vermesi olasılığının yaratılmasıdır. Dünyanın baştan ayağa düzeltilmesi işlemidir. Bilginin ve teklik ilkesinin tezahür edip hüküm sürmesi için zeminin düzenlenmesidir. İnsanlığa, bugün hakim olan dünyevi yani ruhsallık dışı uygarlıklardan kurtulma imkanının verilmesidir.

Bu durum, ruhsallığın dünyaya inişini ve aynı zamanda insanoğlunun Büyük Ruh'a çıkışını ifade eder. Ruhsallığın inişi bir inayet, insanoğlunun çıkışı ise cehit ve gayrettir.


Kaynak: Ergün Arıkdal - Devre Sonu –Sf: 46-48


Ergün Arıkdal Ruhsal Araştırmalar Enstitüsü

http://www.enstitu.biz


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder